Yeşilçam'ın Unutulmaz Karakteri Turist Ömer 'Sadri Alışık'
Turist Ömer, Ofsayt Osman, Ali Baba ve daha nicesi ile yüzümüzü güldüren, Müjgan’a okuduğu şiirlerde gözlerimizi dolduran adam, Sadri Alışık
O, İstanbul’un içinde, ona aşık, Sadri Alışık! Şiirlerini yazdı ona, sokaklarında yürüyüp, hayatın içinde karakterlerini çıkardı. Yıllar yıllar sonrasına bile yetecek kadar zamansızdı üstelik bu karakterler. Ofsayt Osman’ın mahkemede “Bu da mı gol değil Hakim Bey?” diye sorarken biz de sormaz mıyız? Turist Ömer ile avareliğe yakıştırmaz mıyız ruhumuzu bir film süresince? Bir güzel İstanbul beyefendisi olup, başında şapkası, elinde bir tek ona yakışan sigarası ile karşımıza çıktığında, hangimiz hayran olmayız ki ona… Mahallemizin abisi, Müjgan’a aşık şiirli adam, Hüsnü için dökmez miyiz gözyaşlarımızı? “Para için abicim, para!” dediğinde, kendimizi bir boşluğun içinde pek çok soru sorarken bulmaz mıyız? Sadri Baba, “Ben seni unutmak için sevmedim” diye içli içli söylerken, olay örgüsüne midir sümüklü sulu göz yaşlarımız, yoksa onun şiirli sesine mi, karışmaz mıyız?
Bu soruların sayısını sınırlandıramam muhtemelen. Evet, bir 90 kuşağı olarak onu yakalayamadım; ama anladım, hissettim. Güzel bir adamdı; gördüm. Sonra bugün oğlu Kerem Alışık’ın yaptığı açıklamayı okudum. “Baba demeyi özledim” diyordu. Bunun tarifi zaten yok. Bir de şöyle diyebiliyordu ki, ne mutlu ona: "Babam tek başına bir konservatuvardı. Şarkısıyla, şiiriyle, resmiyle, müthiş özellikli bir adamdı. Ülkesinin bütün yüreklerine ulaşan samimi, fedakar, candan, önce insan ama yanında hep Çolpan İlhan. Onun sağı, solu, altı, üstü hep Çolpan İlhan, bütün bu başarılarında en büyük pay sahibi diyebilirim. Filmlerinde hep ofsaytta kalan bir adamdır ama hayatın içinde tek golü Çolpan İlhan'dır"…
Sadri, 5 Nisan 1925’te, İstanbul’da, Saffet Hanım ve Rafet Bey’in oğlu olarak dünyaya gediğinde ailesi, ona, “Mehmet Sadrettin” adını verdi. Her ne kadar oğullarına bu adı verseler de, oğullarına “Sadri” diyorlardı. Yani Sadri, adını sanatçı olduktan sonra seçmeyecekti. Çocukluğundan beri duymaya alıştığı isimle kendini tanıtacaktı…
Babası Rafet Bey kaptandı; Rafet Kaptan. Mesleği gereği haftada en fazla bir iki gün bulunuyordu. Onun denizde olduğu zamanlarda da evin idaresi annesi Saffet Hanım’daydı. Sadri 8 yaşına geldiğinde bir de kız kardeşi olmuştu. Ona da “Nevin” adını verdiler.
Sadri, sürekli etrafını gözlemleyen bir çocuktu. İlk kez bir sünnet töreninde Naşid Özcan Tiyatrosu’nu izlediğinde henüz 6-7 yaşlarında bir küçük çocuktu. Tiyatroyla bu tanışıklığı gönlünün en aydınlık noktalarını daha da aydınlatmıştı. Çocuk aklıyla ya da kalbiyle tarif edemeyeceği bir tutkuydu bu. Çok geçmeden kendi piyeslerini hazırlayıp mahalleden arkadaşlarına gösteriler sunmaya başladı. Öyle çocuksu, geçici oyunlar da değildi doğrusu. Gelecekten biri gelse örneğin, onun ilkokul üçüncü sınıfta sahneye çıktığı ilk başrolündeki hevesi ve başarısını kendi zamanındaki o kocaman Sadri’den ayırt edemezdi belki. Yani en azından onun en az bir filmini izlemiş biri için bu çok da ütopik bir düşünce değildi…
Sadri, eğitim hayatına Paşabahçe 39. İlkokulu’nda başladı. Üçüncü sınıfta ilk başrolünü oynadığı oyun ise, “İstiklal Piyesi” idi. “Adalı Halil” olarak seyircisinin karşısında heyecanlıydı…
Sadri ilkokulu bitirdiğinde ailecek Cağaloğlu’na taşınmışlardı. Ortaokula, Beykoz Ortaokulu’nda – şimdiki adıyla Ziya Ünsel İlköğretim Okulu – devam etti. Burada tiyatro yapması mümkün değildi. Okulun imkanları bunu sağlayamıyordu. İstanbul Erkek Lisesi’nde eğitimine başladığında ise, Cağaloğlu Halk Evi’nde tiyatro eğitimi almaya başladı. İlkokulda sahneye çıkmış; ama sonrasında tiyatro ile sahnede bir bağ kuramamıştı. Yine de tutkusu da hala yerli yerindeydi. Bu eğitim işi gerçekten iyi olmuştu. Ardından da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nde eğitim almaya başladı.
Sanatın sadece tiyatro dalına tutulmamıştı belli ki! Kısa bir süre de olsa dergilerde grafikerlik yapacak ve yıllarca pek çok yağlı boya, karakalem çalışmalar biriktirecekti…
Sadri, bir kez daha sahneye çıktığında, Eminönü Halk Evi sahnesindeydi ve yıl 1939’du. Hala amatördü elbet. Ancak eğitimlerine de devam ediyordu. Bir eşik vardı aşması gereken sanki. Yolu nereden geçerse geçsin, sonunda oyunculuğa varacağını biliyor gibiydi. Nihayet profesyonelliğe ilk adımını 1943’te, Raşit Rıza Tiyatrosu’nda attı. Bu bereketli adım, daha atacağı pek çoklarının ilkiydi. Küçük Sahne, Kent Oyuncuları, Oda Tiyatrosu gibi pek çok toplulukla sahneye çıktı…
Onun yolu ilk tiyatro oyunlarından geçse de biz Sadri Alışık’ı sinemadaki pek çok ölümsüz karakterle tanıdık. Tiyatro, resim derken, Sadri, 1944’te, yönetmen koltuğunda Faruk Kenç’in oturduğu “Günahsızlar” filmiyle beyazperdedeydi. Kimsesiz bir kızla, ona yardım eden bir balıkçının hikayesinin anlatıldığı bu filmden sonra pek çok filmde başrol ya da yardımcı roller demeksizin hep vardı. Ancak asıl 1959’da “Yalnızlar Rıhtımı”nda, “Rıdvan Kaptan” rolü ile parıl parıl parlıyordu. Hikayesi usta yazar Attila İlhan’a aitti ve müzikleri, oyuncuları, fonda eski İstanbul öylesine lezzetliydi ki, dikkatlerden kaçmadı.
Şimdi şöhret basamaklarını bir bir tırmanma vaktiydi…
Yalnızlar Rıhtımı, Sadri’ye sadece şöhreti değil, ömürlük aşkı da getirmişti. Başrolleri paylaştığı Çolpan İlhan ile gıpta edilecek bir aşka tutuldular. Onlar aşkı filmlerde oynarken, bu gerçek aşk, kalplerinden de taşıyordu. 20 Ağustos 1959’da evlendiler. Yalnızca ölümün ayıracağı türden bir evlilikti bu.
1960’ta da evlilikleri oğulları Kerem’in doğuşuyla taçlandı, sonsuz oldu…
Ölümsüz dostluk
Evet, elbette Ayhan Işık’tan bahsediyorum. Belki bizim yaşımız elvermiyor; ama eminim dönemine şahit olmuşların burun direkleri daha çok sızlıyordur. Onlar filmlerde enfes bir ikili oldular. Ancak sadece filmlerde değil, gerçek hayatta da bu değişmedi. Dosttan öte kardeş oldular. Sadri, gerçek aşkın yanında, gerçek dostluğu da bulacak kadar şanslı olmuştu şu hayatta…
Sadri ve Ayhan, 1951’de, bir film setinde tanıştılar. Sadri 26, Ayhan ise, 22 yaşındaydı. Bu genç iki delikanlı, tanıştıkları andan itibaren dostluklarını başlattılar ve bir daha hiç kopmadılar. Hayatın acı gerçeği ölüm vardı elbet. Ama gerçekten de ölüm hasıl olana dek, birbirlerinin kalbini kıracak her hareketten, her kopuştan sakındılar. Hep göz önünde, hep dildelerdi ve parmakla gösteriliyorlardı.
Bir yandan da 70’ler basının magazin gündemindelerdi. Bu dostluk, sadece gıpta uyandırmıyor, aynı zamanda şaşkınlık da yaratıyordu. Ancak onlar formülü ailecek kenetlenmekte bulmuşlardı. Çünkü eşler Çolpan ve Gülşen de bu enfes dostluğun bir parçasıydılar. Bu dostluğun sırrı sorulduğunda dördünün ortak açıklaması, aslında gayet net bir cevaptı: "Bütün mesele dostluk denen kavramın bilincine varabilmek ve onun önemini kavrayabilmektir."
Dile kolay, tam 10 filmde birliktelerdi ve onlar hiç çıkarsız yürüdüler bu yolda. Sevgilerinin yanında saygıları hiç bozulmadı. Bu dostluk, aslında belki de böyle böyle pekişti. Özellikle 1961’de başlayan (1961-1962) ve altı film sürecek “Küçük Hanımefendi” serisinin dördünde bir arada olmaları en özeliydi. Ayhan Işık ve Belgin Doruk’un başrolleri paylaştığı bu filmde, yakışıklı jönün zengin arkadaşı Bülent karakteriyle beyazperdedeydi Sadri.
Bu benzeri az rastlanır dostluk, 28 yıl sürdü. Çünkü Ayhan Işık, 16 Haziran 1979’da, 50’sinde ardında yüzlerce film yanında bir de kederli bir dost bırakmıştı. Sadri Alışık da çok değil bir ay önce, 15 Mayıs’ta feci bir trafik kazası geçirmişti. İşte o zaman 48 saat dostunun başucunda bekleyişini gözleri yaşlı anımsatırken Sadri, “Biz de onun başucunda bekledik” cümlesini tamamlamaya bile gücü yetmeyecekti. Çünkü nafile, beklediği uyanmıyordu.
Sadri, şu feci kazanın ardından yüzünde pek çok yara izi vardı. Bunlardan ameliyat olacaktı. Doktoru, “Elimiz değmişken yüzünüzdeki kırışıklıkları da düzeltelim” diye teklif ettiğinde, “Aman doktor, sakın ha! Ben onlara bir ömür verdim!” diye cevaplamıştı. O çizgilerde sevdiği herkes, Ayhan Işık da vardı…
Onun yokluğunu içine hiç kabullendiremedi ki Sadri. Nasıl vefalıydı… Eşi Çolpan İlhan, çok sonra, Sadri Alışık’ın da ölümünden sonra, yaptığı bir açıklamada, dostunun ölümünün Sadri’yi çok sarstığını, ömründen en az 10 yıl alıp götürdüğünü paylaşacaktı. Ayhan Işık’ın onlarca resmini çizip, sonra da kağıtları evin içinde uçuruyordu. Belki de katlanan özlemini böyle bastırıyordu. Ama galiba en zoru Ayhan Işıksız bir yeni yıla girmekti. Onun ardından her yıl başında Ayhan Işık’ın mezarı önüne gidip, farı mezarın üzerine tutuyordu. Böyle zamanları büyük bir suskunluk içeriyordu. Aslında dostunun ardından genel bir sessizliğe de bürünmüştü.
Bir de mektup yazmıştı. Dostunun vakitsiz ayrılığı üzerine şunları söylüyordu Sadri Alışık:
"Bugün Neriman’ın sana saksı getirdiği gündü. Akşama kadar, taşını, selvini, çiçeğini yeniden düzenledik. Nedense Amerika’dan döndüğün günü anımsadım. Ama o gün meğerse, seninle başka bir şeyleri düzenliyormuşuz fark etmeden. Harbiye civarında bir bardı. Votkanı ayaklı bardakta içmek için garsonları uyardın. Dostça, sonra dostluk üzerine konuştuğun bir süre. Bir süre de… Dostluk etmişiz böylece. Süre dediğim de ömrünmüş bak sadece… İyi geceler… Örtünmeyi unutma, üşütürsün”.
Turist Ömer efsanesi
Sizce de gerçekten de bir efsane değil mi? Hiç izlemeyeni bile tanımaz mı Turist Ömer selamını? Hem artık Türkçede bir sözcük olarak bile yeri var neredeyse: “Turist Ömer gibi!”
Efsanelerin hep bir çıkış noktası var elbet. Turist Ömer de, aslında beyazperde için ilk olarak “Helal Olsun Ali Abi” filminde bir yan karakterdi. Başrolde ise, Ayhan Işık vardı. Bu belki de onların ölümsüz, riyasız dostluğunun yansımasıydı. Turist Ömer, Ali (Ayhan Işık) karakterinin yancısıydı bir nevi; ama filmde daha çok Turist Ömer’den konuşuldu. Hatta daha sonra Ayşecik Yavru Melek’te de vardı. Bunun üzerine yönetmen Hulki Saner de Sadri’ye, Turist Ömer’in başrol olacağı bir filmin teklifiyle gitti…
Tabii aslında bunun da evveliyatı vardı. Yani Turist Ömer öyle durduk yere parlamamıştı. Ardında bir emek vardı. Hulki Saner, filmde yan karakteri tatlı bir serseri olarak düşünmüştü. Moda’da balıkçılık yapan eğlenceli bir adam olan amcası esin kaynağıydı. Bu rolü Sadri’nin oynamasını istiyordu. Oturup Sadri’ye de anlattı bu karakteri ve ortaya nasıl bir şey çıkacağını ikisi de her an düşünüyordu. Bir arayışa girmişlerdi. O aranan, Sadri’nin ayağına kendiliğinden geldi aslında. Üstelik de bir dolmuşta. Bir işi gereği dolmuşla sinema yazıhanelerinin yolunu tutmuştu Sadri. Tanınmamak için de şoförün hemen arkasına oturmuş, etrafla pek alakadar olmuyordu. Ancak daha sonra dolmuşa binen gençten bir delikanlı onu tanımış ve göz göze geldikleri ilk anda bıçkın bir delikanlı edasında, “Sadri Abi merhaba, nasılsın?” deyivermişti. Sadri pek oralı olmadı. Beklediğinin önünde durduğunu henüz karamamıştı. Şu an sadece tanınmak istemediğine odaklanmıştı ve “Karıştırdınız herhalde” diyerek geçiştirmek istedi. Bu kez daha da ısrarcı bir şekilde geldi yanıt: “Daha dün akşam bahçe sinemasında anadın mı filmini seyrettik icabında!” Kırkayak lakaplı bu gencin pes etmeye niyeti de yoktu. Herkes dolmuştan inip de ikisi kaldıktan sonra “Eyvallah Sadri Baba! Yani yine geçen akşam diyorum, bizi fena yedin anadın mı?”
Kırkayak gitmişti; neyse ki sonunda Sadri’nin de beyninde bir ampul yanmıştı. Bu delikanlının tavırlarının karakterlerine nasıl da uygun olduğunu fark etmişti. Düşüncelerini Hulki Saner ile de paylaştı ve buradan yola çıkarak Turist Ömer doğdu…
Yan karakter olarak göründüğü iki filmden sonra 1964’te, Turist Ömer filmi beyazperdedeydi. Oyuncusu, yönetmeni, seyircisi herkes bu karakterden ziyadesiyle memnundu. Kimseye eyvallahı olmayan, bir şeyi canı istemeden yapmayan, hiçbir işte sürekli çalışamayan, yine de iyi niyetinden ödün vermeyen, avare Turist Ömer pek sevilmişti. Türk Sineması’nın en önemli, hatta belki de ilk güldürü karakterlerindendi. Daha sonra da pek çok farklı filmde Turist Ömer seyircisinin karşısındaydı…
Sonra Turist Ömer yurt dışına da açıldı, hatta yetmedi uzaya. 1966’da Turist Ömer Almanya’da, 1969’da Turist Ömer Arabistan’da, 1970’te de Turist Ömer Yamyamlar Arasında çekildi. 1973’te de Turist Ömer Uzay Yolunda…
Diğer filmleri, plakları ve ödülleri
Onun filmleri saymakla bitmez ki… “Ali Baba ve Kırk Haramiler”den (1971) mi bahsetsek yoksa Ayşecik ile yola çıkılan maceralardan mı? Yoksa “Şaka ile Karışık”ta (1965) Ofsayt Osman’ın “Bu da mı gol değil be Hakim Bey?” repliğinin dilimize pelesenk oluşundan mı? Öylesine uzun ki bu liste…
Peki ya doldurduğu 45’liklere ne demeli? Zaten filmlerinde sesiyle gönlümüzü şenlendiriyordu. Bunun yanında sinema kariyerine 45’likleri de ekledi. 1974’te, “Atını Seven Kovboy” filmi ile sinemada olan Sadri Alışık, daha sonra sinemaya biraz ara verecekti. Türk Sineması yeni bir döneme girmişti. Seks furyası denen bu dönemde, Sadri Alışık bir adım geri atmayı uygun bulmuştu. Bir yandan da sesini değerlendirmiş, gazinolarda şarkılar söylemeye başlamıştı.
İstanbul’u çok sevdi. Öyle ki, en güzel şiirlerini hep onun için yazdı. Evet, şiir de yazıyordu. Hatta İstanbul için yazdığı şiirlerinin toplandığı bir kitabı da çıkacaktı. Şiirlerinden biri şöyleydi:
Ben bir İstanbul yalnızıyım
İçerim hep hasret çarşısı
İşim budur geceleri sevgiler satarım
Mehtaplar denizler çiçek kokuları satarım
Hasret çarşısıdır rengarenk bu dükkan
Gündüzleri kapanır
Renklerin hepsini satarım da
Maviyi bir çift gözde kendime saklarım…
1971’de, “Afacan Küçük Serseri” filmindeki Hüsnü karakteriyle, “1971 Antalya Altın Portakal Film Festivali”nde ilk ödülü olan “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü”nü aldı. 1994’teki oynadığı son film “Yengeç Sepeti” ile de, “1994 Antalya Altın Portakal Film Festivali”nde, Mehmet Aslantuğ ile birlikte “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nü aldı…
Sadri Alışık, alkolü çok seviyordu. Hayattaki en özel dostunu kaybettikten sonra da teselliyi daha çok alkolde aradı. Bir süre sonra karaciğer yetmezliği baş gösterdi. Amerika’da yaşayan Türk Doktor Münci Kalayoğlu’nun ameliyatının ardından sağlığına kavuştu. Sanat yaşamı devam edebilmişti. Ancak daha sonra karaciğer, böbrek ve solunum yetmezliği ile kemik iliği hastalığı tedavisi görmeye başladı. Bunca yükü kaldıramayan bedeni, sonunda yorgun düşmüştü. Sadri Alışık, 18 Mart 1995’te, hayata veda etti.
Yüreğinin ölümünü bir türlü kabullenmek istemediği dostuna kavuşmuştu belki de. Ya da böylesine inanmak pek romantik ve onun adına, hep sevdiği gibi şairane.
Benzer Haberler
Alparslan: Büyük Selçuklunun Akça Hatun'u kimdir?
Arka Sokaklar'ın Hüsnü'sü Özgür Ozan'ın eşini görenler şaşırdı
Roman ve Öykünün Unutulmaz ismi "Adalet Ağaoğlu"
Sanatın büyülü eli: Abidin Dino
Hafızalarımızda silinmez izler bırakan rollerin oyuncusu Erdal Tosun...
Yeşilçam'ın Unutulmaz Karakteri Turist Ömer 'Sadri Alışık'
Eşkıya Filminin Cumali'si: Uğur Yücel Kimdir?
Yeşilçam’ın göz dolduran jönü Ayhan Işık Kimdir ?